27 Haziran 2012 Çarşamba

Yazmama Hali


Yazamama hali, yazmak isteyip üşenmenin hali, kendime karşı boşlaşma hali... Gizem’in üç hali...
Blog yazmak zor seymiş, güncel tutmak, bezen acımasızca içindekileri deşmek. Şimdiye kadar geçen zamanın hesabını yapmak zormuş.
Sayfanın başına her geçtiğinizde aklınızda birşeyler canlanır, dostlar, iş, güç, aşk, aileniz, hedefleriniz. Bir de memleket halleri. Kadınların üzerinde tepinen iktidar. (Ezgi Basaran’ın yazısından alıntıdır.)
Blog fikri şurdan çıktı; başkasının yaşamını yazamayacak kadar güçsüzüm diye sanırım kendimden başladım yazmaya. Camus’yu düşündüm mesela, Veba’da ölüm halini, ölümün çaresizliğini  o kadar pür ve keskin anlatır ki, nefesiniz kesilir. Dostoyevski’nin size anlattığı her kahramanda yazın dilinin, o şizofrenik halinin nasıl olduğunu kurgulayamazsınız bile. Çünkü  karakter size siz kadar yakındır. Çalılarda uzanır Raskolnikov, siz de o sırada aynı düşü görürsünüz.  Çok okudukça yazamamak bu galiba. Ben de ki bırakmışlık da biraz buradan. O kahraman yaratımının neresine gireceğini bilememek, onunla nasıl yürüneceğini öngörememek...
---
 Bologna’daki son haftalarımda gerçekten kuru, kahverengi bir sıcak bastırdı her yanı. Hem özlemenin garip hali var, hem de kavuşmaya az kalmasının heyecanı.  Çalışmanız ruhunuzdan bir parçadır, onda  ilerlemeler var. Burada güzel insanlarla tanıştım. Tatlı bir dostum oldu, Marilisa, doktora öğrencisi başı yazdığı makale ve aşkıyla dertte. . Hala çok büyük hayallerim var. Büyük büyük kurgular, renkli fotoğraflar, yüzler, kadınlar, aklımda uçuşuyor. Üstelik Murat’la bunları paylaşmak ve onunla da yürüyebileceğim bir hayal kurdum. Zamanla yapma gücü de hissedeceğim. Umarım ileriki zamanlarda daha detaylı paylaşabilirim sizlerle.
Ancak burada daha güçlü bir kadın oldum onu söyleyebilirim. Bunun sebebi burada kadınlığın her halini gördüm. Koyu tenli, açık tenli, göçmen ve çocuklu, işsiz ve ya kocası tarafından eve tıkılmış, özgür üniversiteli, Bologna’nın caddelerinde özgürce öpüşen, dilenen, bira içen, köpeğiyle yalnız darmadağın, alkolik her kadın halini gördüm. Bekledim ki ülkemde verilen kararların sesi buraya gelsin, Suriye dışında kimse ilgilenmedi Türkiye’yle. Benim kadınımla ilgilenmedi Avrupa. Biraz sessiz ve kırgınlığım biraz da ondan.
Bol film izledim. Bir zamanlar Anadolu buradaki sinemalara geldi. Filmde keskin bir erkeklik buldum. Ceylan o kadar keskin bir erkeklikle göstermiş kadının figüranlığını. Cinayet kadının, çocuk kadının bedeli, birbirinin cinayetini isleyenler, aşklarının kavgasını verenler, kadınlarını anlatanlar, öldürenler hep erkek. Erkek devletin, Anadolu’nun otopsisini erkek yapıyor, dışarda cenazeyi bekleyen ise kadın. Çocuk kadının ürünü, ataerkilliği bile anne aktarıyor oğluna ‘Aslan oğlum’ diye. Reha Erdem’in Hayat Var’ını geç izledim. Gördüm orada 13 yasındaki kadını, babayı ve anneyi nefesinizi kesen görüntüler, katılıp kalan bir hikaye, harika bir oyunculuk. Kadının hikayesi denizde, karada bozkırda, Avrupa’da birleşiyor. Vatikan kürtaja karşı, ama İtalya’da kürtaj yasal 1978’den beri. Gördüğüm en güçlü kadın direnişinden birine sahip. Bugün tartışmamız gereken benim ülkemde erkek iktidara nasıl direnileceği. Çocuk sorumluluk, yeni hayatın kaderi kadının üzerinde, üstelik bu kaderi seçme sansın yok. Kararı erkek ve erkek devlet veriyor.  Gebeliğimin sağlığını bana değil, babama ve kocama bildiriyor. Gözü rahmimde devletin. Erkek ya en iyi o biliyor. Ne zaman ve nasıl sevişilir, ne zaman çocuk yapılır, nasıl taşınır, nasıl düşürülür o karar veriyor. Yazamama hali bundan, yazmaktan çok yürümek gerek çünkü.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                              

1 yorum:

Feride dedi ki...

Bugün İstanbulda beş yaşındaki çocuğunun gözleri önünde, kız kardeşinin yanında, 25 yaşında bir kadın şiddet gördüğü için, boşanmak istediği eşi tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
Sağlık Bakanı ise"Ertesi gün haplarını" kontrol altında tutma hesapları yapıyor. İtalyada tanıştırdığın, tutsak kadınlar, bizimkilerden daha mı iyi durumda,bilmem ki... Bildiğim onlarla ilgilenen özgür kadınlar olduğu. Biz onlar kadar etkin olabilir miyiz bu iç karartıcı günlerde.Buna, "Evet!" diyebilir miyiz kadın bedeninin bu kadar baskılandırılmaya çalışıldığı ülkemde. Bütün bunlara karşın sen o doğurgan gözlem gücünle kadınların romanını yazacaksın kızım bunu biliyorum.