2 Ekim 2012 Salı

Doğum, ölüm, , ipler, kediler




Merhaba döndüm. İstanbul’da ikinci ayımı bitirdim. Tüm bu başlıktaki imgelerin tamamı, hastanedeki son gecemi özetler nitelikte. Cuma günü bir kalça kemiği operasyonu geçirdi annem. Doktorlar içimizi rahatlatsa da biz biraz endişeliydik. Neyse ki doktorlar haklı çıktı sonuç olumlu oldu. Annemle konuşmalarım, sevimsiz bir operasyonun, en tatlı yanıydı. Yirm metrekarelik bir odada, korku, umut, neşe, sabır arası konsantre duygu geçişlerini, en belalı hemcins ilişkisi olan anne kız ilişkisiyle yaşamak allak bullak etti beni. Ama şunu söylemeliyim ki 20. yüzyılın ortalarında doğan bu kuşak kadınları, hayranlık verici derecede güçlü, ruhen ve bedenen.
Peki bu başlık nereden çıktı. Akademik makalelerde anahtar kelimeler belirlenir. Bu denemelerimde başlıkları, mesleki deformasyon sonucu böyle buluyorum arada.  Sonuçta bu hastane cerrahi bir hastane. İki kat altında yeni doğum ünitesinden başlıyor hikaye. İplerle bağlanan bedenlerin ayrılıp hayat buluşu, bedeninin bir yanı bir şekilde dağılmış insanların iplerle dikilen yeni yaşamı, beklerken her insanın yüzünde bizi ip gibi saran ilişkilerin verdiği endişe; ve  ölüm.
Kediler? Bir aydır bir kedim var Gruşenka. Bu hastane deneyimiyle ne ilgisi var? Hayatımda bir aydır, farklı bir canın varlığı, içgüdüsel şefkati, tırtıklı dili, kadifemsi soğuk patileri var. Ondan 5 gündür uzak kaldım özledim. Bu özlem,  3 haftadır gündemime giren bir hareketi yaşamıma soktu.. Çok uzun zamandır hayvan hakları aktivistlerinin uğraştığı, daha önceden sinyalleri verilen hayvanlar için ölüm yasasından bahsediyorum. Yasaya karşı protesto ben hastanedeyken, 30 Eylül’de yapıldı. Annemi babama bırakıp gittim. Merak ettim çünkü 30 yıllık bir iç savaşın içinde yaşayan toplum olarak, vicdanımız ölümü kanıksadı mı diye; kanıksamamış. Ben İstiklal caddesinde, böyle bir kalabalığa şahit olmamıştım. Yok! Demek ölümlere alışılmıyor. Doğanın döngüsü malum yaşam  er geç bitiyor ama, içimizdeki Gılgamış ölüme karşı çıkıyor. Sanırım bu, direnişin ve tarihsel materyalizmin en büyük örneği.
Ben o gün, şiddetin getirdiği ölümü, uyutma gibi tanımlayan bir vicdansızlığa karşı yürüdüm. Başını hayvan hakları savunucularını çektiği, kadın, erkek, genç, yaşlı, trans, gay, lezbiyen, bireyler, onların oluşturduğu bir çok sivil toplum kuruluşu eylemdeydi.  Eşimin yanında yürüdüğüm, İstanbul Veterinerler Hekimleri odası, önlükleriyle ordaydı. Bence her insan ordaydı, yaşam ordaydı. Beraber yaşama, hayvanlarla yaşama, şiddete ve ölüme karşı direnme hakkını gördüm. MEF Mezunlar derneğinin muhalif tavrıyla buna desteği de ayrıca gururlandırdı beni. )Araya reklam alayım dedim, ne de olsa lisem) Sonuçta bu cerrah, hasta refakatçi, anne kız dinamiğinde, ufak bir arayla, yukarıda belirtiğim imgelere kediler böylece girdi.
Bugün bu saat itibariyle bloğuma yeni şehrimde, ait olduğum şehirde başlıyorum. Yazdığım ilk yazının doğması, tüm bu duygu karmaşalarında oldu. Ben doğurdum, annem bağırdı, direndi, doktorlar onu hayata bağladı, annem yeni protezleriyle, aklında ölüm korkusuyla yaşama daha çok tutunarak yürüteçle yürüdü. Ben onunla bir kez daha gurur duydum, hayran kaldım, yoruldum, üzüldüm, kendime kızdım, geçmişimde ona karşı kızgınlıklarımı sildim attım.
Aile denilen toplumsal yapının garip dinamiği içinde babam, dayım, eşim herkes bu sürece yarı şaşırıp, yarı gülerek tanık oldular. İstanbul’a hoşgeldim. Bir sınavı geçtim, annem yanımda, ağrılarını geride bırakarak yürüyor; ben ona eşlik ediyorum. Kedim ve Murat evde beni bekliyor. Bende yeni sevgiler doğurmanın tatlı heyecanı var. Evet kızgınım, tüm bu yaşadığım olaylara. İki aya sıkışan sevdiklerimin ameliyatlarına, Cahit Ağabey’in ölümüne, memleketin ve üniversitemin her zamanki haline, günlük yoğunluklardan yaşanan gerginliklere kızgınım. Ama ilk defa öfkem mutluluğumu yenemiyor.

Hiç yorum yok: