Merhaba döndüm. İstanbul’da ikinci ayımı bitirdim. Tüm bu
başlıktaki imgelerin tamamı, hastanedeki son gecemi özetler nitelikte. Cuma günü bir kalça kemiği operasyonu geçirdi annem. Doktorlar içimizi rahatlatsa da biz biraz endişeliydik. Neyse ki doktorlar haklı çıktı sonuç olumlu oldu. Annemle
konuşmalarım, sevimsiz bir operasyonun, en tatlı yanıydı. Yirm metrekarelik bir
odada, korku, umut, neşe, sabır arası konsantre duygu geçişlerini, en belalı
hemcins ilişkisi olan anne kız ilişkisiyle yaşamak allak bullak etti beni. Ama
şunu söylemeliyim ki 20. yüzyılın ortalarında doğan bu kuşak kadınları,
hayranlık verici derecede güçlü, ruhen ve bedenen.
Peki bu başlık nereden çıktı. Akademik
makalelerde anahtar kelimeler belirlenir. Bu denemelerimde başlıkları, mesleki
deformasyon sonucu böyle buluyorum arada.
Sonuçta bu hastane cerrahi bir hastane. İki kat altında yeni doğum
ünitesinden başlıyor hikaye. İplerle bağlanan bedenlerin ayrılıp hayat buluşu,
bedeninin bir yanı bir şekilde dağılmış insanların iplerle dikilen yeni yaşamı,
beklerken her insanın yüzünde bizi ip gibi saran ilişkilerin verdiği endişe;
ve ölüm.
Kediler? Bir aydır bir kedim var Gruşenka. Bu
hastane deneyimiyle ne ilgisi var? Hayatımda bir aydır, farklı bir canın
varlığı, içgüdüsel şefkati, tırtıklı dili, kadifemsi soğuk patileri var. Ondan
5 gündür uzak kaldım özledim. Bu özlem,
3 haftadır gündemime giren bir hareketi yaşamıma soktu.. Çok uzun
zamandır hayvan hakları aktivistlerinin uğraştığı, daha önceden sinyalleri
verilen hayvanlar için ölüm yasasından bahsediyorum. Yasaya karşı protesto ben
hastanedeyken, 30 Eylül’de yapıldı. Annemi babama bırakıp gittim. Merak ettim
çünkü 30 yıllık bir iç savaşın içinde yaşayan toplum olarak, vicdanımız ölümü
kanıksadı mı diye; kanıksamamış. Ben İstiklal caddesinde, böyle bir kalabalığa
şahit olmamıştım. Yok! Demek ölümlere alışılmıyor. Doğanın döngüsü malum yaşam er geç bitiyor ama, içimizdeki Gılgamış ölüme
karşı çıkıyor. Sanırım bu, direnişin ve tarihsel materyalizmin en büyük örneği.
Ben o gün, şiddetin getirdiği ölümü, uyutma
gibi tanımlayan bir vicdansızlığa karşı yürüdüm. Başını hayvan hakları
savunucularını çektiği, kadın, erkek, genç, yaşlı, trans, gay, lezbiyen,
bireyler, onların oluşturduğu bir çok sivil toplum kuruluşu eylemdeydi. Eşimin yanında yürüdüğüm, İstanbul Veterinerler
Hekimleri odası, önlükleriyle ordaydı. Bence her insan ordaydı, yaşam ordaydı.
Beraber yaşama, hayvanlarla yaşama, şiddete ve ölüme karşı direnme hakkını
gördüm. MEF Mezunlar derneğinin muhalif tavrıyla buna desteği de ayrıca
gururlandırdı beni. )Araya reklam alayım dedim, ne de olsa lisem) Sonuçta bu
cerrah, hasta refakatçi, anne kız dinamiğinde, ufak bir arayla, yukarıda
belirtiğim imgelere kediler böylece girdi.
Bugün bu saat itibariyle bloğuma yeni
şehrimde, ait olduğum şehirde başlıyorum. Yazdığım ilk yazının doğması, tüm bu
duygu karmaşalarında oldu. Ben doğurdum, annem bağırdı, direndi, doktorlar onu
hayata bağladı, annem yeni protezleriyle, aklında ölüm korkusuyla yaşama daha
çok tutunarak yürüteçle yürüdü. Ben onunla bir kez daha gurur duydum, hayran
kaldım, yoruldum, üzüldüm, kendime kızdım, geçmişimde ona karşı kızgınlıklarımı
sildim attım.
Aile denilen toplumsal yapının garip dinamiği
içinde babam, dayım, eşim herkes bu sürece yarı şaşırıp, yarı gülerek tanık
oldular. İstanbul’a hoşgeldim. Bir sınavı geçtim, annem yanımda, ağrılarını
geride bırakarak yürüyor; ben ona eşlik ediyorum. Kedim ve Murat evde beni
bekliyor. Bende yeni sevgiler doğurmanın tatlı heyecanı var. Evet kızgınım, tüm
bu yaşadığım olaylara. İki aya sıkışan sevdiklerimin ameliyatlarına, Cahit Ağabey’in
ölümüne, memleketin ve üniversitemin her zamanki haline, günlük yoğunluklardan
yaşanan gerginliklere kızgınım. Ama ilk defa öfkem mutluluğumu yenemiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder