4 Şubat 2012 Cumartesi

Bologna'da kar


İtalya’da kar fikri, insana yabancı geliyor. Herkesin alışık olduğu taş binalar, yeşil panjurlar ve vespalar kar altında. Bölümümüzde öğrenci, İzmirli dostum, evimden kar fotoğraflarını yollayınca, ″Kokusunu merak ettim bahçenin ve karın.″ dedi. O kadar içimi açtı ki bu tanımlama; nerdeyse öğlene doğru kocamın telefondaki sıcak sesiyle uyandığımdan da olsa gerek, açtım camı, kokladım bir güzel havayı. Kar sessizliği tazecik ve diri. Maddelerin tadı, kokusu ve eksikliği çok farkında olmasak da, duyularımızda özlem yaratıyor. 'İtalya böyle kokuyor' demişti tasarımcı bir arkadaşım, kahvenin dibini koklayıp. Şimdi ben ‘cappucino’ makinasının sesiyle yazıyorum bu cümleleri. İstanbul’un kokusunu ve sesini de özleyerek. Üniversitenin bahçesindeki nemli soğuğu, kantinin karanlık basık havasında parçalanmış afişleri, bir çay ve sıcacık sohbetleri özlüyorum, üniversite günlerimi. Benim gibi birinin bunu söylemesi garip; ama o yaşlara ve döneme ait ayrıcalıklı bir vurdumduymazlık varmış hayata karşı. O cesaret getirirmiş aslında düşlerini, daha eylemci olmayı güdülermiş. Çünkü bugün aklımda Bertolucci’nin ‘Dreamer’ından sahneler var; gençlik yıkarmış tabuları Sorbonne’da, Bologna’da, Beyazıt Meydanında aşkın ve devrimin gücünü damarlarında hissederlerken. Ben bugün 68’lilerin çocukları, 90 kuşağının genç hocası, 30 yaşın eşiğinde bir kadın olarak, okulunun birincisi, demokrasiye duyarlı, cebinde azıcık parasıyla, dünyanın elinden alamayacağı cesarete sahip Mikail Boz’un, bir yıl hapis cezası alan Gizem Görnaz’ın arkasındayım. Daha özerk ve cesur bir üniversite istemenin ağır bedellerine rağmen...

4 yorum:

gülten s, dedi ki...

Gizem'cim, ellerine yüreğine sağlık..Yazma'yı düşünmelisin; "Tez" miş, Üniversite'nin soğuk koridorları falan filan... Geç bunları!..Araştırma' ya ruhundan başlayarak...Yazmalısın.

sağlıcakla ve sevgi ile,

kuazimodo dedi ki...

Çok teşekkür ederim Gülten'cim. Biraz cesaret gerek evet daha çok çalışacağım yazmak için...

Feride BİLGİN dedi ki...

Güzel kızım,
Az önce, Genco Erkal'ı
"Marks'ın Dönüşü" adlı Oyunununda izledim. Oyuncu, yönetmen, yazar, kısaca bana göre, bir tiyatro dehası olan Genco'nun Marks'la bütünleşmesinde ve onu bugüne, bu denli bilinçle taşımasındaki ortak yan, bilgelikle örülmüş insan sevgisiydi. Güzeli yaşamanın arınmışlığıyla yazını okudum.İşte geleceğe olan umut bu satırlardan gençlere ulaşacak diye düşündüm.Sonra da Marks'ın etkisiyle olsa gerek, sevginin diyalektiğini sana verebilmiş olduğumuzu gördüm. İnsan Sevgisini özümsemiş birey yaratmanın hazzını duydum. Bencilce bir böbürlenmeyle yaşama bakışındaki duyarlılığı, sevecenliğini babana ve kendime yonttum.
İşte o; düşünen, sorgulayan, yüreği insan sevgisiyle dolu, müziği, sanatı, kısacası güzeli kavrayan, paylaşan , doğayı, insanı, yaşadığı kenti ve mesleğini seven, benim kızım dedim.
İtalya'daki yoğunluğuna karşın, ülkenin sorunlarını, yaşadığın kenti,üniversiteni,sıcacık bir özlemle duyumsaman bunları yazabilmen ne hoş.
Baskıcı yönetimlerin yaraladığı duyarlı gençlerin arkasında olabilen; bu genç öğretmen bizim kızımız. Biz onun,kendisi gibi düşünenlerle birlikte, saygınlıkla sevgiyle, emekle,daha az bedel ödeyerek öğrencilerini üniversitesini, en önemlisi de ülkesini olumsuzluklardan arındıracağına inanıyoruz. İnan bana, Nazım'ca bir seslenişle söylersem "Güzel günler göreceksiniz kızım, güneşli günler." Çünkü bunu hakediyorsunuz İnsan sevgisi, mutlaka kötüyü ve kötülüğü alt edecek. Karın beyazı karanlığı delecek.

aysegul dedi ki...

Canım dostum ellerine sağlık, yazdıklarını okurken beni bambaşka yerlere götürdün, geçmişe yolculuk ettim sayende...
Sıkı takipçinim :)
Sevgiler,