Ekim’den beri, hatta İtalya sayfasının kapandığından beri bir yazamama hali
vardı. Aslında o kadar çılgın şeyler oldu ki bu sene, en az her ay, birşeyler
karalanırdı; ama bazen benim gibi tembeller için yüreğinize kocaman şeylerin
çöreklenmesi gerekiyor. İşte saat gecenin tam üçüne geliyor. Fikret Kızılok
gibi içimde bir gün bitiyor; ve ben yazıyorum. Tam bu saatlerin sakin
sesiymiş Fikret Kızılok, tam da şu an hissettim. Tüm kızgın, komik,
isyankar şarkı sözlerinin içinde, aklıma gene iki şarkısı takılmış. Sadece
sözleriyle değil, yumuşacık melodisiyle, Biri gecenin üçünde, biri de ninni
gibi güzel uyku kardeşim. Sanırım şu an iki şarkının arasına sıkışmış
haldeyim.
Çocuk sahibi olmaya karar vermek ama bunun yine de hiç hazır olmadığınız
bir sürpriz gibi karşınıza çıkması zaten ilginçti. Bu da benim bu kararlarda ne
kadar acemi olduğumu doğrulayan bir gelişmeydi. Aralık başında gündemim
bir anda değişince sanki ben çevremdeki her şeyle düzensiz bir santrifüj içinde
dönmeye başladık. Bildiğim tek şey bebek gündemimize girdi gireli öyle
veya böyle yarı telaş bir mutluluk halindeyiz. Bakın annelik hali başlamış
bile. Bu çekirdek aile sorumluluğuyla bizli sizli konuşmak çok ironik. Murat
içinden gülüyordur benim adıma konuşma diye. Tamam burada yazılanlar herşeyden
önce beni bağlıyor diyelim şimdiden.
Kaygı düzeyim maksimumda yanlış anlaşılmasın. Ama içimde benim
karmaşama rağmen büyüyen şey, çok güçlü. Başından beri onun kendi kararlarıyla
ayrı bir bireye, küçücük bir insancığa dönüşeceğinin farkındayım. Geçen gün
arkadaşlar sanal alemde paylaşmış. Amerikalı psikologlar deney yapıyorlar. Tezleri,
bebeklerde ahlak anlayışı ve nefret doğuştan var, en azından birey baştan
itibaren seçimleriyle doğuyor. Çok varoluşçu ikilemlere soktu beni video. Sonra
daha da bir gülümsedim. Yeni bir insan, her yönüyle sizi dönüştürecek, ve
dönüşecek. Başlı başına acayip bir süreç.
Bu bebek haberinin bir ay öncesine denk gelen en önemli gelişme benim uzun
süreden beri kendime ve kariyerime verdiğim en güzel ödüllerden biriydi.
Tezimin alan araştırması için Irak’a gittim ve müthiş bir şehirle, sürüsüyle
hikayeyle ve dünya tatlısı insanlarla tanışıp geri döndüm. Yaptığım ses
kayıtları ve görüşmeler akademik birer verinin ufacık bir parçası olarak
yanımda, hala deşifrelere devam ediyorum. Oradaki mücadele ise beynime kazındı.
Konuştuğunuz yerel sivil toplum örgütleri olunca çok farklı yerden ve yaştan
insanlarla tanışıyorsunuz. Bu açıdan Irak'ın gençliği tüm kaosa rağmen çok
etkiledi beni. Kendi insan hakları deneyimi ve mücadelesi de buna dahil
tabi.
Daha sonra Erbil’e de geçtim ve kesinlikle daha tereddütsüz güvenle
yürüdüğüm caddeler vardı farkındayım. Ama aklımda, kitaplardan kalan efsanevi
bir mit , güvenlik duvarları, kimlik kontrolleri ve doğunun en alımlı
masallarıyla kaplı heykelleriyle, ürkütücü tedirgin ve herşeye ragmen
sokaklarında saklı güzellikler sinmiş, bir Bağdat kaldı. Bağdat’da hala
bombalar patlıyor. Bugün Reyhanlı’ya kadar uzanan Ortadoğu’nun acısı hergün
isimsiz aklımıza kazınan ölümler, Suriye’de de devam ediyor. Keşke daha önceden
görseymişim dediğim Şam ve Halep ateş altındayken, ben hala Irak’ın
etkisindeyim. Her hafta oradan arkadaşlarımla konuşuyorum. İçimde endişe ve
hayranlıkla, hayatlarını, verdikleri mücadeleyi, çektikleri fotoğrafları merak
ederek…
Aslında gördüğünüz gibi Irak deneyiminin coşkun ruh haline en denk
gelebilecek şey bir çocuktu. Üstelik Şubat ayında oğlum olacağını da öğrenince
ruh halime en yaraşır isim Umut’u seçtim. Erkek olursa ben seçecektim ismi,
Murat’a dayatma oldu.. Ama Umut her umut gibi apansız bir şekilde içimize girdi
yerleşti büyüyor, ve umarım sorunsuz bir doğumla da küçük insancığımız, bizi
altüst edecek.
Bu süreçte beni uykusuz bırakan karmaşalar, yalnızlıklar, kendini yeniden
bulmalar, dikkatimi de çok dağıttı. Bu gece uyandığımda keskin taraflarım,
çevremde yarattığım kırgınlıklar ama kendi kalp kırıklarımla yüzleştim. Çok
sevdiğim dostlarımla arama fiziki olarak kilometreler girdi mesela; ama uzun
uzun yazılan epostalar, aradaki mesafeyi dize getiren internet teknolojisi çok
kısa zamanda çözdü o ruh halini. Sonra dostlarım tezim dahil birçok konuda el
verdi. Seslerini duymak bile yetti çoğu zaman. Hamilelikte biraz yalnızlaştım. Zaten,
bedenen bir kendini dinleme anlama haline girdim. Sonra bazen eşimi bile içine
sokmadığım bir acemi anne hali gelip oturdu içime saatlerce. Fiziksel olarak
İstanbul çok zorluyor gebe kadını. Otobüsler, kokular gürültü ve yokuşlar ne
kadar cengaver olsanız da tıkanıyorsunuz. Sonra bebek ürünleri, banyo videoları
ve tanımadığım ve sevimsiz bulduğum bir yığın anne bloğuyla geçirdiğin bol
okuma kaybolma dönemi yaşıyorum. Bu süreçte, bedenen ve ruhen değişimin
hayhuyunda çok önemsediğim insanlarında sessizleştiğini farkettim. Buzdan
kırılgan bir sessizlik çöktü ki arada hüzünlendim, o da oluyor bu şehri
İstanbul’da. Mesafelerimizi biz yaratıyoruz anladım; aslında bu kendi uzun
yollarım ve yolcuklarımın da seyahatnamesi oldu, iyi de oldu.
Aylardan sonra ilk defa böyle uzun uzadıya yazmak çok güzel. Guruşenka, kedim,
“bu deli ne yapıyor acaba” der gibi bir ifadeyle kafayı kaldırıp, beni kontrol
ediyor; sonra uykusuna devam ediyor. Üç haftalık yazma çizme ve düşünme
tatilimin içinde, her gün evde nereye gitsem ufak bir guruldamayla takip etti beni.
Hayat gailesine çok daldıysanız dahi, bir kedi patisi sizi avutunca her şey daha
yoluna giriyor. Bu nedenle her eve bir kedi şart.
Ben bir günümü bitirdim, hepinizi güzel bir gün sarsın.