28 Mayıs 2013 Salı

Kendi kendine konuşamama hali üzerine uzatılmış bir yazı...


Ekim’den beri, hatta İtalya sayfasının kapandığından beri bir yazamama hali vardı. Aslında o kadar çılgın şeyler oldu ki bu sene, en az her ay, birşeyler karalanırdı; ama bazen benim gibi tembeller için yüreğinize kocaman şeylerin çöreklenmesi gerekiyor. İşte saat gecenin tam üçüne geliyor. Fikret Kızılok gibi içimde bir gün bitiyor; ve ben  yazıyorum. Tam bu saatlerin sakin sesiymiş Fikret Kızılok, tam da şu an hissettim.  Tüm kızgın, komik, isyankar şarkı sözlerinin içinde, aklıma gene iki şarkısı takılmış. Sadece sözleriyle değil, yumuşacık melodisiyle, Biri gecenin üçünde, biri de ninni gibi güzel uyku kardeşim. Sanırım şu an iki şarkının  arasına sıkışmış haldeyim.
Çocuk sahibi olmaya karar vermek ama bunun yine de hiç hazır olmadığınız bir sürpriz gibi karşınıza çıkması zaten ilginçti. Bu da benim bu kararlarda ne kadar acemi olduğumu doğrulayan bir gelişmeydi.  Aralık başında gündemim bir anda değişince sanki ben çevremdeki her şeyle düzensiz bir santrifüj içinde dönmeye başladık.  Bildiğim tek şey bebek gündemimize girdi gireli öyle veya böyle yarı telaş bir mutluluk halindeyiz. Bakın annelik hali başlamış bile. Bu çekirdek aile sorumluluğuyla bizli sizli konuşmak çok ironik. Murat içinden gülüyordur benim adıma konuşma diye. Tamam burada yazılanlar herşeyden önce beni bağlıyor diyelim şimdiden.
 Kaygı düzeyim maksimumda yanlış anlaşılmasın. Ama içimde benim karmaşama rağmen büyüyen şey, çok güçlü. Başından beri onun kendi kararlarıyla ayrı bir bireye, küçücük bir insancığa dönüşeceğinin farkındayım. Geçen gün arkadaşlar sanal alemde paylaşmış. Amerikalı psikologlar deney yapıyorlar. Tezleri, bebeklerde ahlak anlayışı ve nefret doğuştan var, en azından birey baştan itibaren seçimleriyle doğuyor. Çok varoluşçu ikilemlere soktu beni video. Sonra daha da bir gülümsedim. Yeni bir insan, her yönüyle sizi dönüştürecek, ve dönüşecek. Başlı başına acayip bir süreç.

Bu bebek haberinin bir ay öncesine denk gelen en önemli gelişme benim uzun süreden beri kendime ve kariyerime verdiğim en güzel ödüllerden biriydi. Tezimin alan araştırması için Irak’a gittim ve müthiş bir şehirle, sürüsüyle hikayeyle ve dünya tatlısı insanlarla tanışıp geri döndüm. Yaptığım ses kayıtları ve görüşmeler akademik birer verinin ufacık bir parçası olarak yanımda, hala deşifrelere devam ediyorum. Oradaki mücadele ise beynime kazındı. Konuştuğunuz yerel sivil toplum örgütleri olunca çok farklı yerden ve yaştan insanlarla tanışıyorsunuz. Bu açıdan Irak'ın gençliği tüm kaosa rağmen çok etkiledi beni. Kendi insan hakları deneyimi ve mücadelesi de buna dahil tabi. 
 Daha sonra Erbil’e de geçtim ve kesinlikle daha tereddütsüz güvenle yürüdüğüm caddeler vardı farkındayım. Ama aklımda, kitaplardan kalan efsanevi bir mit , güvenlik duvarları, kimlik kontrolleri ve doğunun en alımlı masallarıyla kaplı heykelleriyle, ürkütücü tedirgin ve herşeye ragmen sokaklarında saklı güzellikler sinmiş, bir Bağdat kaldı. Bağdat’da hala bombalar patlıyor. Bugün Reyhanlı’ya kadar uzanan Ortadoğu’nun acısı hergün isimsiz aklımıza kazınan ölümler, Suriye’de de devam ediyor. Keşke daha önceden görseymişim dediğim Şam ve Halep ateş altındayken, ben hala Irak’ın etkisindeyim. Her hafta oradan arkadaşlarımla konuşuyorum. İçimde endişe ve hayranlıkla, hayatlarını, verdikleri mücadeleyi, çektikleri fotoğrafları merak ederek…

Aslında gördüğünüz gibi Irak deneyiminin coşkun ruh haline en denk gelebilecek şey bir çocuktu. Üstelik Şubat ayında oğlum olacağını da öğrenince ruh halime en yaraşır isim Umut’u seçtim. Erkek olursa ben seçecektim ismi, Murat’a dayatma oldu.. Ama Umut her umut gibi apansız bir şekilde içimize girdi yerleşti büyüyor, ve umarım sorunsuz bir doğumla da küçük insancığımız, bizi altüst edecek.
Bu süreçte beni uykusuz bırakan karmaşalar, yalnızlıklar, kendini yeniden bulmalar, dikkatimi de çok dağıttı. Bu gece uyandığımda keskin taraflarım, çevremde yarattığım kırgınlıklar ama kendi kalp kırıklarımla yüzleştim. Çok sevdiğim dostlarımla arama fiziki olarak kilometreler girdi mesela; ama uzun uzun yazılan epostalar, aradaki mesafeyi dize getiren internet teknolojisi çok kısa zamanda çözdü o ruh halini. Sonra dostlarım tezim dahil birçok konuda el verdi. Seslerini duymak bile yetti çoğu zaman. Hamilelikte biraz yalnızlaştım. Zaten, bedenen bir kendini dinleme anlama haline girdim. Sonra bazen eşimi bile içine sokmadığım bir acemi anne hali gelip oturdu içime saatlerce. Fiziksel olarak İstanbul çok zorluyor gebe kadını. Otobüsler, kokular gürültü ve yokuşlar ne kadar cengaver olsanız da tıkanıyorsunuz. Sonra bebek ürünleri, banyo videoları ve tanımadığım ve sevimsiz bulduğum bir yığın anne bloğuyla geçirdiğin bol okuma kaybolma dönemi yaşıyorum. Bu süreçte, bedenen ve ruhen değişimin hayhuyunda çok önemsediğim insanlarında sessizleştiğini farkettim. Buzdan kırılgan bir sessizlik çöktü ki arada hüzünlendim, o da oluyor bu şehri İstanbul’da. Mesafelerimizi biz yaratıyoruz anladım; aslında bu kendi uzun yollarım ve yolcuklarımın da seyahatnamesi oldu, iyi  de oldu.

Aylardan sonra ilk defa böyle uzun uzadıya yazmak çok güzel. Guruşenka, kedim, “bu deli ne yapıyor acaba” der gibi bir ifadeyle kafayı kaldırıp, beni kontrol ediyor; sonra uykusuna devam ediyor. Üç haftalık yazma çizme ve düşünme tatilimin içinde, her gün evde nereye gitsem ufak bir guruldamayla takip etti beni. Hayat gailesine çok daldıysanız dahi, bir kedi patisi sizi avutunca her şey daha yoluna giriyor. Bu nedenle her eve bir kedi şart.
Ben bir günümü bitirdim, hepinizi güzel bir gün sarsın.